10 Eylül 2015 Perşembe





Aynada yansımanla veda etmiştin bana
sırtın o kadar net ifade etmişti ki
dönmeyeceğini
saçların arkaya doğru taranmış
başkasını arayacaktı belli
yüzün ters yönde başka vücutlar arıyordu
ellerin..
birbirinden ayrı
parmakların başka yerleri gösteriyordu
hiçbir ekleminde beni işaretleyen bir
hareket yoktu
aynada yansıman gerçek, sanki ben
yoktum
silik bir makyajın iziydim şimdi
parmaktaki o koca leke, geceden kalma
izdim
yansımanla çoktan yitmiştim aynada
o kadar net dönmüştün ki o an
sanki sen değil
ben gitmiştim...

SİCİLYA


PALERMOLU ENZO'YA...

  Başka dünyalar. Herkes insanın gözüne, yüreğine bakıyor. O kadar güzel yerler ki.. İnsanları da bir o kadar modern. Para kazanma, hırs yok. Mutluluk var !
Palermolu Enzo mesela.. Çikolatalarını kendileri yapıyor. Karısı ve oğluyla açmış bu yeri. Eski yıkık bir binanın avlusunda bahçeleri. İçeriden gelen keman, viyolonsel sesleri eşliğinde yiyorsun paninilerini. Karısı mutfakta. Birebir kendileri yapıyor her şeyi. Enzo, ilk geldiğimizde başladı müthiş enerjsiyle bizi güldürmeye. O mimikleri tam bir tiyatro sanatçısını andırıyordu.
'Öncelikle Merhaba!' dedi biz hızlı hızlı sipariş verip, acıkan karnımızı doyurmaya çalışırken.Durduk, durdurdu resmen bizi. Sonra masamıza oturdu. Anlatmaya başladı hikayesini. Bu işi para için yapmadığını söyledi. Her kesimden insan, her insandan hayat aldığını, bu enerji ile cafenin döndüğünü anlattı. Hayat birlikteliktir, Hayat İnsandır dedi. Aslında hepimizin aynı olduğunu, bir olduğumuzu söyledi. Tam benim de düşündüğüm gibi !!
Sevgiden bahsetti. Herkesi sevmek gerektiğinden ve telaşlı yaşanan zamanları sevmediğinden. Hayatı yaşayamamak dedi buna. Kucaklaşınca herkesin mutlu olacağını anlattı bize. Yediğimiz paniniler değildi artık bizim karnımızı doyuran.. O içtenliğiyle Enzo'nun güzel sözleriydi.
Doymuştuk...


TAORMİNALI MASSIMO'YA...

Geldiğimiz gibi manzarasından büyülenip denize girmiştik. Ortada bir adacık, solda kayalıklar. Denizin üzerinde ayrıca taşlar. İçinde yürüyebilmek. Sonsuz mavinin üzerinde durup hissetmek. O duyguyla fenikülerden yukarı şehre doğru çıkacaktık ki ne görelim.. Fenikülerin yanındaki otoparkta küçük, minnacık bir bar! Otoparkta ! Bar dediğim de aslında her tarafı açık büfemsi.. İçinde müzik çalıp, içki yapan bir adam! Massimo ! Daha önce tatmadığımız içkileri onun sohbeti ile tadıp, Taorminalı olduk resmen. Bize lokal anlarını, anılarını anlattı. Bayıldım Massimo'ya. Bu kadar doğal ve içten olunurdu. Dönüştede uğradık, sanki bizi bekliyor gibiydi. Sormadan getirdi ikramları. Hayatın ikramı asıl kendisiydi o anlarda bize ! farkında değil..... Sante Massimo !



PALERMOLU CARLO'YA...

herkesin gitmeden uyardığı girilmesi yasaklı sokaklardan birindeydik. çok hırsızlık olurmuş, tehlikeliymiş. gece 3'tü. Yürüyorduk Via Rome / Palermo'da. bir müzik sesi geldi. içerilere doğru yürümeye başladık. viran, yıkık dökük binaların olduğu bir meydana geldik. o hüzünlü ve gerçek görüntünün yansıması bir o kadar neşeli.
enerjik ritimli bir müzik. sanki o dökük binaların tesellisi gibi kolonlarında yankılanıyor. O müzik sanki enerji vermiş o eski tarihi olan 1596'lara. sanki orda hiç savaş olmamışçasına. insanlar meydanda dans ediyor, salsa, tango.. viran binalar da izliyorlar gibi adeta. oturduk plastik sandalyelere. herkes yerlisi. biz farklı belli.. acıkmıştık yine. en temiz görünen yemek yerinin önündeydik. yaşlı bir amca işletiyordu, hem balık ekmek yapıyor, hem de orada dans eden gençlere ayak uyduruyordu. Carlo! dedeme benzettim gözlerini. duruşunu.. özellikle de gülüşünü. hayatı ne kadar sevişini. ve her insana özel hissettiren bakışını. oturdu yanımıza. hiç dil bilmemesine rağmen, konuştuk. bazen aynı dili konuşmasan da anlaşıyorsun. anlaşılıyorsun aynı dili bilip anlaşılamamanın aksine. bize buranın tarihini anlattı. 1596'dan bugüne olan. Buralarda doğmuş Carlo. Ona anlatılan büyüdüğü gerçekleri anlattı bize. hırs, kin, nefretin ülkeleri birbirine düşürdüğünü anlattı. bakın dedi, aynı masada dil bile bilmeden oturabiliyoruz. paylaşıyoruz yetmez mi dedi. bize bildiği sihirbazlıklarından gösteri yaptı sonra yıllanmış oyun kartlarıyla. sonra koca bir tabak ikram etti yemek için, gönlü kadar zengin. tek tek adlarımızı yazıp, ezberledi. veda vakti geldiğinde gözleri doldu, öyle içten sarıldı ki tek tek hepimize. gerçekten saf sevgiyi hissettim o yıkık dökük binaların arasında. ve güçlendim yıkıklığın aksine....

Not: Carlo, belki de bir başkasının oyun kartlarıyla sihirbazlık yapıp çıkardığı biriydi.
Güzel kalpli Carlo ! Seni unutmayacağız.......







 






bErLiN







  Berlin Duvarı
 
 
  Berlin Duvarı
 
 Punk !
 
  Punk !
 
 
Berlin ! Küçük New York !  1 mayısta gitmenizi özellikle tavsiye ederim. Kutlamalar Türk Mahallesinde harika ! Gerçek eğlenceyi orda gördüm. Berlin'e hep gidilmeli...
 

KARADAĞ / HIRVATİSTAN

 Sveti Stefan

   Budva

 Kotor

 Dubrovnik

 
 
  Korcula
 
 
  Hvar
 
 

Sveti Stefan gerçek bir doğa harikası. Kotor sanki ortaçağda yaşıyormuşsun hissi veriyor. Sokakları harika. Dubrovnik efsane... her yokuş sonrası dönüp baktığında hayranlık uyandıran şehir. her seferinde de farklı hayran kaldığın yer... Tepeden izlemek de müthiş. Çatıları hiç bu kadar yakın hissetmemiştim kendime. istersem herkesin evine girebilecekmişim gibi. çatılarından bakabilecekmişim gibi. Korcula tam bir dingin sahil kasabası. Çamların ortasından geçen yolda bir ömür yürünebilir. Güneşin denize batışını Massimo barda izlemek de efsane bir andı. Öyle bir andı ki o anı yakalamaya yine gidilir oraya. Hvar adası ise güneşin hiç batmadığı bir ada. Parti adası ! En beğendiğim Stari Grad. gidilesi, kalınası orada. Eski şehir yine ! en güzeli !

28 Şubat 2015 Cumartesi

Deniz...


O gün bir ağırlık hissediyordu üstünde. Koca bir hayat yük olup binmiş gibiydi üstüne. 16.sigarasını içiyordu. 16 yıl daha yaşlanmış gibiydi hisleri. Her içişte daha bir küle dönüşüyordu geleceği, daha bir tutsak oluyordu üflediği duman. İçine çektiği her nefeste eridiğini hissediyordu. Hücrenin soğuk duvarlarında birer pas olmuştu zincirleri. Zincirlerin her bağında anıları bileklerini kanatıyordu. Kan revan içinde kalmıştı bile yaşatamadığı devrimlerin düşlerinde. Beyni dipsiz kuyularda yanıt arıyordu.
    Neden?
 Kocaman simsiyah bulutlar içinde bugüne kadar yaptıklarını düşünüyordu. Zırh gibi kapı açılmıştı o an bunları yine aklından geçirirken. Hemen o anda ailesi gelmişti aklına. Bırakacağı tek şey olacaktı onlara kalan bu 4 sigara. İyice buruşturdu paketi yaşanacakmışçasına. İçmiş ve bitirmiş, yenisi cebinde hissini verdi o muşambaya. Sigara öldürmüş olsundu onu. Öyle düşünmek istedi. Açtığı zihinler değil, çektiği dumanlar bitirsindi hayatını. Yavaşça doğrulup kalktı belki yerinden. Ağır ağır attığı her adımı sayarak yaşattı geçmişini.  Onun adını haykıranları yaşatarak adımlarında. Yürüdü ölümün soğuk idamına o gün. Yavaşça. Korkmadı. Sadece bu kadar kolay olmamalıydı belki yitmek.
Son bir nefes daha çekti.
Ölüyordu...
Nefeslerde...
Yarınlarda...

Bu resmi bana gösteren Buket'e çok teşekkürler...
Doğum günün kutlu olsun Deniz Gezmiş !

11 Şubat 2015 Çarşamba

PARIS


PARIS

 
 
 
 - İz -

Bir ayak izi daha karışmıştı toprağın nemli kiline
zeminlerde sarsılan bedenlere inat
taban oluyordu tüm ruhların
gerçek miydi, iz mi..  taşıyamıyordu bu yer
sanki ikiye bölmüştü küreyi
anlayamıyordu
neredeydi
izlerin altında camlardan çıkan cinler misali
bir bir ağzına doluşuyordu toprağın nemli hisleri
yine birinin ayağında
tavan bulmuştu bu ruh
şu iz..
kime aitti.
şu beden neredeydi
şu ruh kimin gölgesinde dans etmişti
küre bir gün bölünecekti
hisler nemle uçup gidecek
yerin dibinde yerin göğünde
birinin ayak izlerinde
yitip gidecek, bitecekti

seslen istediğin rüzgarına
kendinle alma ama şu gövdeni de...
bırak hangi ruhsa girsin
yaşlansın nemli toprağın gövdesinde
seni sende buldursun yine...
iz yapsın.
iz kalsın...