10 Eylül 2013 Salı

BELLA İTALYA BELLA ROMA


İtalya...
Müthiş...
sımsıcak insanlar... sımsıcak hayatlar... penceredeki dantelle gidilen geçmişler.. akan çeşmelerde bulunan iç ferahlık.. yollarda yürürken hissettiğin aşk.. dar sokaklarda her an kenetlenecek gibi duran evler.. o evlerin o sokakların arasında yürümek.. sevmek.. kaybolmak ve yeniden bulmak her şeyi... hep aynı tazeliğinde mutlu bir his. Hisler... İtalya....

















İYİYİM SEN NASILSIN?


Sabahlara kadar izleyebilirdim bugün gökyüzünü.. Diğer günlerden ayrıydı bugün.. Sanki bir şeyler vurgulamaya çalışıyor noktalar kümesi birbiri ardına. Bazı yerlerde öbek öbek olmuş minik bulut parçacıkları. İşte şimdi güneş de batıyor bu doğada varolduğunu gösterircesine. Geriniyor son bir veeee kızıllaşıyor gökyüzü bir yerlerde. Eflatun oluştu şimdi de solda. Kimbilir kimlerin solunda, kimlerin sağında.. belki daha göremedi belki de çoktan görüp takdir etti belirsiz.. Aynı anda olduğunu zannetsin bakalım herkes. Ben sıyrıldım akrepten yelkovandan. Banane! Daha nasıl renkler çıkacak diye merak etmekle meşgulum şu an.. Tam işte şu an şu net çizgi de oluştu. Dağların çizgileri belirdi. Keskinliğini o incecik hattı görebiliyorum. Ne şans ! Ne şanslı ! Ne şanslıyım ! Herkes koşturadursun bakalım acele acele.. ben varım şu an. Gökyüzünden aldığım mavi ruhumla, kızıllığından aldığım en romantik tadımla, eflatunundan aldığım masumiyetimle tam da buradayım işte. Akrebi almadım yanıma.. yelkovanı da.. Tik..Tak..Tik..Tak.. Ben yıldızları bekliyorum sen otur sevdiğini bekle. Ben dilek tutmayı bekliyorum. Sen kalk hayallerini süsle. Ben resmediyorum hayatı. Gökyüzünü almışım üzerime, bütünleşiyorum...
İyiyim ben hiç olmadığım kadar...
Sen Nasılsın?

16 Temmuz 2013 Salı

H-A-Y-A-T 1 MELEKLER EVİ

Taşların arasında sıkışmış hisler düşle
hüzün yüklü ve serin bir yerde de..
avlularda gezinen insanları düşle
dingin.. yavaş adımlarla ilerleyen...huzurlu bir yerde de..
tüm birikimlerin yaşandığı bir ev düşle
çizimleri kalıntıları halen mevcut olan...
oda oda ayrı hislerle tekrardan yaşattığını düşle bir de
birine hayat de; birine cennet; birine keyif de; birine sevgi...
eskilerin hayatlarına bak o odalarda
bir adım ötede ne olduğunu bilmeyen kişileri düşle
deniz ne? Araba ne? Elektrik mi, o da ne?
burada mum var, burada yürümek var her yere
burada gündüz aydınlıkta gökyüzüne dalmak, gece yıldızlara bakmak var
tek eğlencen yaşıyor olman.. hissetsene..
tüm uzuvlarınla. tüm gerçekliğinle
taşların arasında bozulmadığını hisset işte
onların seni dışarıdaki dünyadan koruduğunu düşle
cibinlikli bir hayatta olmak var şu an
bir müzikle gezinmek var eskilerde,o zamanlarda
şu anı artık anlayamamak var
her şey bu kadar mı değişir.....
Melekler Evinde hayat var...
Hayat bir.....

22 Haziran 2013 Cumartesi










GECENİN IŞIKLARI

Yaşayan tonlarca insan...
Hepsinde aynı anda dönen binlerce hayat
Akıllarında kayan tonlarca yıldız...
Saniyelik gülümsemelerine neden olan..
Işıklarda kaybolan tonlarca hayat..
Karanlıkta aydınlanan binlerce can..
Ve herkes doğacak olan 'ertesi'ni bekliyor
Zaman yavaş-ağırca kayıyor avuçlardan
Bazıları anın tadında
Bazıları kendince yarını tadımlamada...
Hepsi bir şeylerin kovalamacasında
Tam olarak neyin eksikliğinde bilmeden
Ya da 'tam'ım diye kendini kandırmada
O an gerçek olan tek şey gecenin ışıklarında
Bak nasıl da yansıyor yerlere sokaklara evlere
nasıl da gerçek duruyor gecede
sen bile yürürken sahteleşiyorsun onun gerçekliğinin yanında
kaldırım taşları bir o kadar keskin ,çizgiler bir o kadar belirgin
yürüyorsun tek gerçekliğine
gecenin ışıkları ruhuna işlemeye başlıyor
aydınlanıyorsun o gecede...
aslolan tek şey ışıklarında ve o gecede.....

17 Mayıs 2013 Cuma

Urla DevLet HasTanesi Yolu Tasviri


İzmir Otobandan Urla çıkışına girersin.İskele yönünü takip edersin. Önce iki tarafı ağaçlarla çevrili yoldan geçersin. Arabanın içinde bir kararır, bir açılır ağaç gölgelerinden yüzün... İçini ısıtan yemyeşil bahçeleri geçersin sağlı sollu. Sanki ilk defa görüyorsundur böyle yeşili...
Sonra sola bir giriş verir yol. İsmi karamsardır, tabelada hastane yazar. O yola girince değişiverir ruhun...
Daracık bir yol... Denizi ikiye bölen...
Sağ tarafı düz, dümdüz, çarşaf gibi bir deniz. Üzerinde martıların sürekli uçtuğu... Özgürce gezindiği...
Sol tarafı dalgaların birbiriyle çarpıştığı bir deniz... Sanki denizin içinde savaş var, dalgalar nereye vuracağını şaşıracak kadar kuvvetli...
Ortasında da o yol... Hayatı anlatır insana, hissettirir yaşadığını.
Hayatın iniş çıkışlarını anlatan dalgalar yolun bir yanında. Huzurun, sakinliğin, dinginliğin yolun diğer yanında. Bir tarafı bağırır, kavga eder, isyan eder hayata.
Diğer tarafı kendi öz dinginliğini fısıldar...
Hangi yöne bakacağını şaşırtır. Her bir yönde başka anıların canlanıverir. Belki de hiç tatmadığın hislerini bir anda yüzüne çarpar o yol. 'Hayat Güzel' dedirtir. Siyah... Beyaz... Dedirtir. İyi... Kötü... dedirtir. Tüm zıtlıkları içinde bulundurur. Hayat gibi.......
Bir ara durdurtur seni. Kendini, hayatını izlemeni, düşünmeni sağlar. Zaman durur o an.......
                                  ..................................................................
Hemen o yolun sonunda da kayalıklar vardır. Üstlerine yosun yapışmıştır tıpkı kurtulamadığın acıların gibi. Kayalıklara vuran dalga sesleri ruhundan içeri gireverir sanki. Bir müzik başlar içinde. Mırıldanırsın hayretle.... bir bakarsın acıların dans etmeye başlamış o küçük hayallerinin içinde...
Ve anlarsın... Hayatını akışına bırakman gerektiğini............................
Bırakman gerek- ti- ği- ni....

YÜZÜK KARDEŞLİĞİ


Yüzük Kardeşliği...
Ailem...
güç... asla yalnız kalmayacağını bilmek... şanslı hissetmek. sonuna dek.. tüm gerçekliğiyle yaşamak.. her şeyi paylaşmak sonsuz... yüzüne vurabilmek arada kırıldığını, üzüldüğünü, haykırdığını. Çırpınışlarını anlatabilmek. tutunabilmek. anlamsız gülebilmek , nedensiz... çocukluğundaki o masum mutluluk hisleri ile.. ama hep bilmek. orada olacaklarını. gözlerini sımsıkı kapatıp ruhunu salabilmek. yüzleşmek kendinle. yüzleştirilmek. yalın seni düşünen bir kardeşlik düşünün. yalın Bizi düşünebilen. Kim kalmış ki bu hayatta kendini unutup karşındakini düşünebilen.. Başarabilmek belki de. sevebilmek karşındakinin gözlerinden ruhuna ulaşarak... kavuşmak arada. kavuşunca doyumsuz his... sanki hiç gitmemişçesine.. ayrılıklardaki hasretlerdeki o hüzün.. bambaşka .. sağ kolun yok gibi. sol gözün kapanmış, ruhunun bir tarafı gölgelenmiş gibi.... ama hep anlamsızlıkta o anlamlar bütünü işte...
İyiki tanımışım. İyiki Bir Olmuşuz.
  - F - İ - E - G -

http://www.youtube.com/watch?v=T0mcAQ-5EvY

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Blog Açmama Destek Veren Şahane İnsan

Nur Bilgin'e...
Fotolarımı bir merak gösterirdim hep.. Yazılarımı bir çırpıda okur bitirirdim karşımdakilere. O fark etti. O dahiyane cümleyi o an söyledi...
'Sen neden blog açmıyorsun?'...
Sonra oturduk bilgisayarın başına. Kendi bloğunu gösterdi önce...
http://thelabelfree.blogspot.com
Bayıldım.. o kadar kendi gibi doğal olmuş ki yazıları.. Özendim, imrendim... Bana destek oldu ve oturdu, bana blog açtı aynı gün... Burdan teşekkürlerimi iletmek isterim ona... Ve kaçırmadan izleyin onun blogunu derim... İyiki tanımışım seni. Şanslıyım derim...

Teşekkürler Nur...

4 Mayıs 2013 Cumartesi

ESKİ İZMİR

http://www.youtube.com/watch?v=khW9kKOzcS8

İzmir denince akla Kordon'u, faytonu, sahili, denizi, boyozu, Saat Kulesi, Kemeraltısı, Alsancak'ı, gün batımı,,, daha niceleri gelir...Bir de İzmir'in eski sahiplerinin bildiği Eski İzmir'i vardır. Her birinin ayrı Eski İzmir'i vardır...Hiç bilmezler yeni yetmeler benim gibi. Ben de babam sayesinde öğrendim. Nicedir bahseder durur oralardan buralara geldiğini. Bir mum ışığıdır gider anlattığı ders çalışırken...Üst evlerde kızaran etlerin kokusuyla doyduğudur tokluk dediği... Yeni ayakkabı alınca üzerine basıp kirlettiğidir diğerlerine duyacağı utancından. Ben o zaman anlamazdım ne demek istediğini. Meğer aslında Eski İzmirmiş anlattığı. Gidince gördüm... O eski Rum evlerini gördüm. O eski karakterli dostlukları hissettim. Rum manavı, Ermeni Berberi, yan komşusu Musevi teyzeyi anlatırdı bana. Anlamazdım. Bir bir gördüm eski balkonlarda o her şeyden bağımsız, tedirgin olmadan atılan kahkahaları. Hepsi geçmiş doluydu. Yapabileceğim tek şey gerçeğe dönüp, elime aldığım makineyle resimlerini çekmek oldu...... Eski İzmir... benim de Eski İzmirim oldu..































SEVILLA(2)


Lole Y Manuel eşliğinde bir geziydi Endülüs. Gitarın her vuruşunda bir kalp çarpıntısıydı sokaklarında yürümek. Sağlı solllu daracık aniden karşına çıkan sokakları. O kavurucu sıcakta yüzüne esen yan evin avlusundan gelen serinlik. Gülümsemene sebep olurdu gezerken. Sanki geçmişte yürümek gibiydi saraylarını gezmek. Sanki o sarayların avlularındaki çeşmelerde su içiyordu her toplumdan insanlar. Bir arada...
Flamenko bu şehrin dansıydı. Aşkın dansıydı. Tutkunun dansıydı. Şehrin her yerinde görebileceğin, içinde kendi özünü bulacağın mozaikler de cabası... Büyülü bir havaydı burası... Tıpkı alttaki linkte dinleyeceğiniz şarkı gibiydi burada hislerin...
Eğer bu yazıyı okuyorsanız ya da Sevillaya gidecekseniz muhakkak dinlemenizi tavsiye ederim bu şarkıyı...

http://www.youtube.com/watch?v=GYrbjneuP6I












































































































































24 Nisan 2013 Çarşamba

İSPANYA SEVILLA


Eski ve Gerçek Mozaikler
Bir mozaik küçük bir yerinden delinir
Pişerken iyi tutsun, içine iyice işlesin çizdiğin resim diye
Asla tam olarak bütün pişemez o mozaik
Eğer bir boşluk yaratmazsan, dağılır, bütünleşemez benimsetemez o çizdiğini kendine
İlla bir boşluk ister
Kavramak için ne olduğunu
Eksikliğini sever, o boşluğun tamı kavramasını sever, belki de bütünün oluşumudur o boşluk
Belki boşluktan değil bütünden boşluk olmasını sever
Hayat bir mozaikse ve pişirilip sunulmuşsa bizlere
Ve bizler de o batırılan ve oluşan küçük boşluksak o mozaikte
Niyedir Çabamız Mükemmel Olmak İçin...
Zaten boşlukta başlamışızdır evrene
Evrenin benliği o boşluktan geçmiştir
Ve biz o küçük boşluksak
O evren dönemez ki bizsiz
O mozaik olamaz ki...
Hani o boşluk benimsetir ya içine çizdiğin resmi mozaiğe
İşte hayatı da benimseterek yaşa kendine
Yiyerek özümseyerek boşluklarda
Asla eksilme eksiksin diye
Boşluklarda Tamsın...



FOTOĞRAFLARLA İSTANBUL




YOLCU


YOLCU
Yer: İstanbul Haydarpaşa Garı içindeki Mythos Meyhane
Oradan esinlenerek orada yazdığım yazı...


Vedalaşmaya gelinir buraya.. Rakı ile doldurulan kadehler bir bir özlem kokar ileriye dair. Bir bir an yaşatır bir de gözlerinde hapsolan yaşlarla. Bir daha burada, bu anda olmasına içilir bu ekose masalarda. Kare kare dağılır yüzlerin her bir noktasına mutluluklar. Hüzünler de hapsolur bu küçük yere. Gidip-gelmecesine yaşanılır bu gibi yerlerde. El sallamalar gel demektir. Yine gel. Hep gel. Ne olursan ol gel der gözler.. İyiki varsın dedirtir. İyiki Varım dedirtir yine. Şerefine Gülenyüzüm.. Şerefine !!!
Francesca Woodman'ın alttaki fotoğrafından etkilenerek yazdığım yazı...

VAR YOK
Yine gidememişti işte..
O gün her zamanki gibi korkarak uyanmıştı güne. Deneyecekti çünkü. Korktuğu caddelere, sokaklara,dışarıya çıkabilecek miydi?!
Dışarısı almıştı hayallerini, yaşanmışlıklarını elinden. Bir anda dağılmıştı tüm dünyası. Yalnız kalmıştı. Karanlıktan korkan insan, ışıkla duramaz olmuştu.
Kendisine ayırttığı küçük bir otel odasında kalıyordu. Odada ona eşlik eden tek şey, eski oymalı bir sandalyeydi. Yerler eski tip döşemeydi. Altıgendi şekli... Altıya kadar saysa geçmişe dönebilir miydi sanki?! Var mıydı yok mu...
Odada gerçek olağan tek şey prizde takılı duran fişti. O prize baktıkça yaşadığını hissediyordu. Bir enerji vardı orda. Hayattan hiçbir zaman alamadığı o enerjiyi, o prizde hissediyordu. Onda niye yoktu bu enerjiden ?!
Yine bedenini kendine ait hissetmiyordu. Elleri, kolları, ayakları kimindi?! Ağırlaşmıştı artık. Yerçekimi bile ağır geliyordu ona. İstemiyordu artık diğer insanlar gibi, aynı anda aynı hareketleri yapmayı. Aynı anlarda aynı hissetmeyi. Bedeninin işlevleri bile aynı sonucu vermesin diğerleri gibi diyordu içinden. Ne yapmalı ...
Bugün ilk defa çıkacaktı dışarı. O kapıdan çıkıp gidecekti. Diğerleri gibi olacaktı sadece bir günlüğüne. Sıradan şeylere gülüp ağlayacaktı. Yürüyecekti diğerleri gibi. Tabanlarını yerde hissederek ağır ağır.. Yürürken zamanı arada kendi durdurarak. Düşünürken bir o kadar heyecanlandı ama yapamadı. Yapamadı işte.
Gidemedi. Terk edemedi kendi farklılığını, diğerlerinden ayrılmışlığını. Şu küçük otel odasında bulduğu özünü terk edemedi.
Küçük bir not iliştirdi kapıya. Notun üzerine bir şey yazmadı. Boştu. Yaşayan bir şeydi artık o da. Oradaydı. İsterse yazabilir isterse silebilirdi. Ya da tamamen notu çıkarıp atabilirdi. Zamana işaretti tüm bunlar. Var mıydı yok mu...
Sonra düşündü . Artık hissedemediği bedenini neden kendi ayaklarını taşısındı? Ruhu yeterdi ona...
Kapının eşiğine ellerini uzattı, iyice gerindi, parmak uçları ile kapının eşiğine geldi ve elleri ile sımsıkı kavradı eşiği. Havalandı sonra bedeni. Sonunda özgürdü kendinden de. Bu hayata verebileceği hiçbir ağırlığı yoktu. Onu artık hiçbir şeyin taşımasına gerek yoktu. Tabanlar yoktu, yer ayak tabanları yoktu. Havada asılı kalmalar vardı artık. Dışarıdaki hayatı onun bulması değil, dışarıdaki hayatın onu bulması vardı.
Dışarısı için de var olduğunu hissedip, biri onu bacaklarından tutup aşağıya çekene ve gözlerinin en dibine bakana kadar orada öylece duracaktı.
Asılı kalacaktı.
Gerçekte var mıydı yok mu anlayacaktı.....

22 Nisan 2013 Pazartesi

ABSENCE

Ever since I came to this emptiness
                             All the feeling I have is absence
   Never walk enough never hear nevers..
         Just deceive your soul with bloody tears
              Having a knife -a cruel one- in dreams
      Cutting all the real you's, real me's..
                There is no pain, no compassion, no grace to mirrors
                     waking up with all compunction sleeping near..
         never see enough, never feel, nevers..
                         Life in this absence is hidden
                                                         behind the miracles...